Kutsal Metinlere Bakışımız: Tahrif İddiaları, Kör Kabuller ve Kur'an'ın Tutarlı Mesajı

Değerli okuyucularım,
Bugün sizlerle, kutsal metinlere ve inanç sistemimize dair köklü kabullerimizi sorgulamaya davet eden önemli bir konuyu ele almak istiyorum. Amacım, Kur'an'ın diğer semavi kitaplara bakışını daha tutarlı bir şekilde anlamamıza yardımcı olmak ve bu sayede hem kişisel imanımızın sağlamlığını pekiştirmek hem de dinler arası anlayışı derinleştirmektir.
Giriş: Kör Kabullerden Sorgulamaya
İnsanoğlu olarak, içinde doğup büyüdüğümüz toplumun değerleri, inançları ve fikirleriyle şekilleniriz. Bu, doğal bir süreçtir; zira toplumsal kabuller, bireyin dünya görüşünün ve kimliğinin temelini oluşturur. Ancak bu durum, aynı zamanda bilişsel bir "kör nokta" yaratma potansiyeli taşır: öteden beri benimsenen fikirler, adeta beynimizde bir kale gibi yükselir ve karşıt görüşlere karşı otomatik bir savunma mekanizması geliştirilir. Bu refleksif tepki, çoğu zaman içinde yetiştiğimiz değerlerin, fikirlerin ve inançların gerçek doğruluğundan bile daha önemli hale gelir. Asıl mesele, onların doğruluğu değil, bizim için ne kadar "kutsal" ve "vazgeçilmez" olduklarıdır. Bu uğurda aklımız, kendi kabullerimizi haklı çıkarmak için türlü oyunlar oynar, onları doğrulatma yollarına gider.
İnancın Psikolojik Temelleri ve Diğer Kutsal Metinlere Bakışımız
Bu psikolojik mekanizma, dini inançlar söz konusu olduğunda daha da belirginleşir. Kendi kutsal kitabımızın (örneğin Kur'an'ın) doğru, şaşmaz ve yanılmaz olduğuna, herhangi bir haklı sebep aramaksızın inanırız. Bu bir "ön kabul" haline dönüşmüştür; adeta bir refleks olarak, Müslüman bir toplumda yetişen bir bireye Kur'an'ın kutsal, yanılmaz ve sorunsuz olduğu öğretildiği için, kişi bunu sorgusuz sualsiz benimser ve savunmaya geçer.
Bu durum, aynı zamanda diğer kutsal metinlere karşı derin bir dışlayıcılık ve eleştirellik yaratır. Kişi, kendi kutsalını körcesine savunurken, diğer kutsal metinleri, en ufak bir "yanlış" veya "tutarsızlık" algıladığında dahi insafsızca eleştirir, hatta hor görür ve tamamen dışlar. Bu tutumun kökeninde, diğer dinlerin ve kutsal kitapların "şeytani olduğu," "tahrif edildiği" veya "insan menfaatine değiştirildiği" gibi yaygın anlatılar yatar. Bu tür anlatılarla yetiştirilen bireyler, kendi kutsal kitaplarındaki akıldışılıklar veya çelişkiler gibi görünen yerleri görmezden gelmeye, onları kendince açıklamaya (tevil etmeye) çalışırken, söz konusu başka bir kutsal kitap olduğunda hiçbir araştırma yapmadan peşinen reddetme yoluna giderler. Tevrat ve İncil'e karşı genel itibarıyla yaklaşımımız da maalesef bu psikoloji içerisinde şekillenmiştir. Yüzyıllardır bu şekilde anlatılmış, bu fikirlerle donatılmış ve büyümüş nesiller, Tevrat ve İncil'i bu "tahrif edildi" gözlüğüyle değerlendirirler. Oysa biraz araştırıldığında, bu bakış açısının neredeyse 10. ve 11. yüzyıldan sonra menfi yönde değiştiği görülecektir.
Kur'an Ayetlerindeki Yanlış Çeviri ve Yorumlama Problemleri
Ne yazık ki, kendi ön kabullerimiz ve kültürel mirasımız, Kur'an ayetlerinin çevirisine ve yorumlanmasına dahi yansımaktadır. Tevrat ve İncil'in "bozulmuş olduğu" önyargısı, bazı ayetlerin maksadından saptırılmasına neden olmaktadır.
Örneğin, Ali İmran Suresi 3. ayetinde geçen "beyne yedeyhi" ifadesi, "elinin arasında olan" anlamına gelirken, "önceki" veya "kendinden önceki" şeklinde çevrilerek, Kur'an'ın sadece eski, bozulmamış kitapları onayladığı izlenimi yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa bu ifade, Kur'an indiği gün Ehli Kitab'ın elinde olan, önünde bulunan kitapları onayladığını belirtir. Bazı çevirmenler, bu anlayışa uygun olarak metne "aslını" gibi ibareler ekleyerek, sanki Kur'an mevcut kitapların orijinal halini onaylıyormuş gibi bir anlam kaymasına neden olmaktadır. Mehmet Okuyan'ın meal-tefsirinde bu ifadeyi parantez içinde "aslını" olarak eklemesi, çevirmenin kendi inancını metne boca etmesinin çarpıcı bir örneğidir. Hakkı Yılmaz gibi bazı çevirmenler ise bu parantezi dahi kullanmayarak, kendi yorumlarını metnin ayrılmaz bir parçası gibi sunmaktadır. Ayrıca, "tasdik etmek" fiilinin, Ehli Kitab'ın kitapları bağlamında "düzeltici ve doğrulayıcı" olarak çevrilirken, başka bağlamlarda (örneğin kıyamet gününü tasdik etmek) sadece "tasdik etmek" olarak bırakılması, çevirmenlerin inançlarını metne yansıtmadaki tutarsızlıklarını göstermektedir.
Bir diğer önemli yanlış çeviri ise Maide Suresi 44. ayetinde karşımıza çıkar. Ayette geçen "yahkumu" fiili geniş zaman anlamıyla "hükmeder" olması gerekirken, birçok çeviride "hüküm veriyorlardı" şeklinde geçmiş zaman olarak tercüme edilmektedir. Bu çeviri, Tevrat'ın hükümlerinin geçerliliğini geçmişle sınırlama amacı taşıyan, bilinçli bir çarpıtma olarak değerlendirilmelidir. Çünkü eğer Nebiler Kur'an indiği gün dahi Tevrat'ın hükümleriyle amel ediyor ve hüküm veriyorlarsa, bu Tevrat'ın bozulmamış olduğunu gösterir. Bu durum, Maide Suresi 5:68, Ahkaf Suresi 46:12, Bakara Suresi 2:113 ve 2:44 gibi ayetlerdeki "okuyorlar" ve "okuyorsunuz" fiillerinin de benzer şekilde geçmiş zamanla çevrilerek aynı önyargının yansıtıldığı örneklerde görülebilir.
Tevrat ve İncil'in Tahrif Edildiği İddialarına Kur'an'dan Bir Bakış
Kur'an'ın Tevrat ve İncil'in tahrif edildiğine dair yaygın kanaatimiz, genellikle Bakara Suresi 79. ayetine dayandırılır. Ancak, bu ayetin derinlemesine incelenmesi, bize çok farklı bir tablo sunmaktadır.
Bakara Suresi 79. ayetini ele alırken, onu 80. ayetle birlikte okumak büyük önem taşır. Ayeti bütünsel bir şekilde değerlendirdiğimizde, "Vay onların haline ki, kitabı elleriyle yazıp az bir paraya satmak için 'Bu Allah katındandır' derler!" ifadesiyle eleştirilen şey, Tevrat'ın metninin değiştirilmesi, kelimelerinin silinip başka kelimeler eklenmesi değildir. Aksine, bu ifade Tevrat'ın yorumlarına ilişkin bilgileri ve bu yorumlardan oluşan kitapları hedef almaktadır. Özellikle Yahudi bilginlerinin (hahamların, rabbilerin) kendi yorumlarını ve fikirlerini Allah'tan gelmiş gibi sunmaları eleştirilmektedir. Bu tür yorumların ve oluşan kitapların başında Talmud ve Meşna'lar gibi Yahudi dini metinleri gelmektedir.
Bu anlamsal tahrifatın en çarpıcı örneklerinden biri, kısas ayetidir. Tevrat'ta açıkça yer alan "cana can, göze göz, dişe diş" hükmü, Yahudi hahamları tarafından diyete (kan parasına) çevrilmiştir. Kur'an, bu maksatlı ve amaçlı yanlış yorumlamayı, yani Tevrat'ın ayetinin anlam itibarıyla tahrif edilmesini "yanlış" olarak mahkum etmiştir. Aynı şekilde, zina ve cinayet gibi suçların Tevrat'ta ölüm cezası ile cezalandırılmasına rağmen, Yahudi alimleri tarafından diyete çevrilmesi de benzer bir anlamsal tahrifattır.
Bakara Suresi 80. ayetteki "Ateş bize sayılı günler dışında asla dokunmayacak" ifadesi de bu bağlamda ele alınmalıdır. Bu ifade, Talmud'un Roş Haşana bölümünde yer alan, günah işleyen Yahudilerin cehennemde sadece 12 ay kalacağı iddiasına atıfta bulunmaktadır. Yahudi bilginlerinin bu tür fikirleri yazıp "Bu Allah katındandır" diyerek inananlara hakikat olarak sunmaları, Kur'an'ın eleştirdiği temel husustur. Ayetteki "az bir paraya satmak" tabiri ise, bu yorumların dini otoriteler için bir tür dünyevi kazanç kapısı haline gelmesini veya kendi otoritelerini pekiştirmelerini eleştirmektedir.
Dolayısıyla, Bakara 79. ayet, Tevrat'ın metinsel olarak değiştirildiğini değil, Yahudi bilginlerinin Tevrat ayetlerini maksatlı ve amaçlı bir şekilde yanlış yorumlamalarını, yani anlam ve mana itibarıyla tahrif etmelerini ve bunları Allah'a isnat etmelerini eleştirmektedir. Bu durumdan Müslümanların da ders çıkarması gerektiği, ayetleri yorumlarken kendi görüş ve fikirlerini "Allah katındandır" şeklinde sunmamaları gerektiği unutulmamalıdır.
Ayrıca, Kur'an'ın pek çok ayetinde önceki kitaplara referanslar, yönlendirmeler ve tasdikler bulunmaktadır. Maide Suresi 68. ayette Ehli Kitab'ın Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'lerinden indirileni uygulamadıkça bir şey üzerine olmadıkları ifade edilmektedir. Maide Suresi 43. ayette ise, "Tevrat yanlarında varken neden seni hakem yapıyorlar?" diye sorulmaktadır. Maide Suresi 47. ayet ise "İncil sahipleri Allah'ın İncil'de indirdiği ile hükmetsinler" buyurmaktadır. Bu ayetler, Kur'an indiği dönemde dahi bu kitapların geçerli ve hükmedici olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Eğer bu kitaplar tamamen bozulmuş olsaydı, Allah insanlara bozulmuş bir kitapla hükmetmelerini emreder miydi? Bu, ilahi adaletle bağdaşmaz.
Kur'an'da Nisa Suresi 4:136 ve Âl-i İmrân Suresi 3:119 ayetlerinde söylendiği gibi, Kur'an'a inandığımız şekilde, yani tıpkı ona nasıl inanıyorsak, Tevrat ve İncil'e de aynı şekilde inanmamız gerektiği vurgulanmaktadır. Eğer bu kitaplar yok olup gittiyse veya tamamen tahrif edildiyse, onlara iman etmenin ne anlamı kalır ki? Kur'an'ın onları tasdik etmesi nasıl gerçekleşecektir?
Hıristiyanların elindeki İncil metinlerinin İsa'dan sonra, havariler tarafından ve kutsal ruhun yönlendirmesiyle yazılmış olması gerçeği de önemlidir. Nisa Suresi 5:111'de "Bana ve peygamberime iman edindiği havarilere vahiy etmiştim" ifadesi, İncil'deki Luka bölümündeki "Bu benim oğlumdur, seçilmiş olan odur, onu dinleyin" ve Yuhanna bölümündeki "Fakat yardımcı, yani babamın benim adımda göndereceği kutsal ruh size her şeyi öğretecek ve size söylediklerimin hepsini aklınıza getirecek" ifadeleriyle bir tutarlılık içindedir. Bu durum, Kur'an'ın, İncil'in oluşum sürecini dolaylı olarak onayladığını gösterir.
Kutsal Metinlerin Korunması ve İlahi Adalet Bağlamında Tevrat ve İncil
Yaygın kabul gören "tahrif" iddialarına yönelik bazı temel sorular sormak elzem hale geliyor: Kur'an'a baktığımızda, 6. surenin 34. ayetinde "Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" der. Yine 6. surenin 115. ayetinde "Allah'ın sözleri ve kelimeleri doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır; O'nun kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" buyrulur. Benzer bir ifadeyi Malaki'nin 3. bölümünün 6. ayetinde de görürüz.
Peki, bu ayetlerin ışığında, sizce Allah Teâlâ, kendi kelimelerinin ve sözlerinin değişmesine gerçekten izin vermiş olabilir mi? Bir şekilde ve bir yolla bunları koruma altına almış değil midir? Eğer 6. surenin 115. ayetinde geçen "Allah'ın sözlerini ve kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur" ifadesinin Allah'ın bütün sözlerini kapsadığını düşünmüyorsanız, o halde Tevrat ve İncil hiçbir zaman sizin için Allah'ın sözleri olmadı demektir. Ya da Allah, kendi sözleri ve kelimeleri arasında bir ayrım mı yapıyor demektir? Bu inançsal çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?
Kur'an, 29. surenin 46. ayetinde "Bize indirilene ve size indirilene iman ettik deyin" dediği halde, bizler, o kitapların tahrif olduğuna, tamamen değişmiş olduğuna, hatta ortadan kalktığına inananlar olarak, bu ayette onlara söylenmesi istenen bu sözü hangi yüzle söylemeyi düşünüyoruz? Yalanladığınız, iman etmediğiniz kitaplarına iman ettiğinizi samimi olarak nasıl söyleyebiliriz?
Şayet bu bozulma ve tahrifat, önceki kutsal kitaplar geldikten kısa bir müddet sonra gerçekleştiyse ve Allah Teâlâ da bu bozulmadan yüzyıllarca bahsetmediyse, bu durum, Allah'ın insanları yüzyıllarca günah deryasında başıboş bıraktığı anlamına gelmez mi? Allah Teâlâ, insanlara kitap gönderip, sonra kısa bir müddet sonra onun bozulmasına, yok olmasına, tahrif olmasına izin verip insanları asırlarca günah deryasının içerisinde gark eder miydi? Sizce bu, İlahi adaletle bağdaşır mı?
Tevrat ve İncil'in bozulduğunu, tahrif edildiğini iddia ediyorsak, tarih boyunca insanların elinde olan şimdiki Tevrat ve İncillerin dışında, "orijinal" dediğimiz İncil ve Tevrat'ı görenimiz var mı? Varlığını kanıtlamamız mümkün mü? İbn Haldun, Muhammed Abduh, Râzî ve daha birçok müfessirin bu tahrif meselesine bizim baktığımız gibi bakmadığını bilmek de önemlidir.
Sonuç: Tutarlılık ve Adil Bir Yaklaşım Çağrısı
Yukarıdaki sorular, kutsal metinlere ve inanç sistemlerine yönelik yaygın kabullerin derinlemesine sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Kendi kutsal kitabımız Kur'an'a yaklaşımımızda gösterdiğimiz titizliği, bağlamı gözetmeyi ve bütünsel bakış açısını Tevrat ve İncil gibi diğer kutsal metinlere de uygulamak zorundayız. Kendi kitabımızın bir ayetini anlamak için gösterdiğimiz çabayı, diğer kitapların ayetleri için de göstermeli, önyargılarımızdan arınarak adil bir eleştirel gözle incelemeliyiz.
Zira tahrifat kavramı, çoğu zaman metinsel bir değişimi değil, anlamsal bir çarpıtmayı, yani metinleri kendi ideolojileri doğrultusunda yanlış yorumlamayı ifade etmektedir. Kur'an, Tevrat ve İncil'i tasdik ederken, onların o günkü mevcut hallerini onaylamaktadır. Bu nedenle, Müslümanların, "Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" ayetinin ışığında, diğer kutsal kitaplara da saygıyla yaklaşması, onlara iman etmesi ve "Allah katındandır" diyerek kendi yorumlarını ve ön kabullerini metinlere boca etmekten kaçınması elzemdir.
Kör kabul ve peşin hükümler yerine, gerçekleri araştırma, delillere dayanma ve sorgulama cesareti, bizi daha derin ve anlamlı bir inanca taşıyacaktır. Bu tutarlılık, kendi inancımızı daha sağlam temellere oturtacak ve farklı inançlara sahip insanlarla daha yapıcı bir diyalog kurmamızı sağlayacaktır.
Saygılarımla,
Cumhur Erentürk
Comments ()