İnancın Psikolojisi ve Kutsal Metinlere Bakışımız: Kör Kabullerden Sorgulamaya

İnancın Psikolojisi ve Kutsal Metinlere Bakışımız: Kör Kabullerden Sorgulamaya

İnsanoğlu, içinde doğup büyüdüğü toplumun değerleri, inançları ve fikirleriyle şekillenir. Bu doğal bir süreçtir; zira toplumsal kabuller, bireyin dünya görüşünün ve kimliğinin temelini oluşturur. Ancak bu durum, aynı zamanda bilişsel bir "kör nokta" yaratma potansiyeli taşır: öteden beri benimsenen fikirler, adeta beynimizde bir kale gibi yükselir ve karşıt görüşlere karşı otomatik bir savunma mekanizması geliştirilir. Bu refleksif tepki, çoğu zaman içinde yetiştiğimiz değerlerin, fikirlerin ve inançların gerçek doğruluğundan bile daha önemli hale gelir. Asıl mesele, onların doğruluğu değil, bizim için ne kadar "kutsal" ve "vazgeçilmez" olduklarıdır. Bu uğurda aklımız, kendi kabullerimizi haklı çıkarmak için türlü oyunlar oynar, onları doğrulatma yollarına gider.

İnancın Psikolojik Temelleri ve Toplumsal Şekilleniş

Bu psikolojik mekanizma, dini inançlar söz konusu olduğunda daha da belirginleşir. Kendi kutsal kitabımızın (örneğin Kur'an'ın) doğru, şaşmaz ve yanılmaz olduğuna, herhangi bir haklı sebep aramaksızın inanırız. Bu bir "ön kabul" haline dönüşmüştür; adeta bir refleks olarak, Müslüman bir toplumda yetişen bir bireye Kur'an'ın kutsal, yanılmaz ve sorunsuz olduğu öğretildiği için, kişi bunu sorgusuz sualsiz benimser ve savunmaya geçer. Bu durum, aynı zamanda diğer kutsal metinlere karşı derin bir dışlayıcılık ve eleştirellik yaratır. Kişi, kendi kutsalını körcesine savunurken, diğer kutsal metinleri, en ufak bir "yanlış" veya "tutarsızlık" algıladığında dahi insafsızca eleştirir, hatta hor görür ve tamamen dışlar.

Bu tutumun kökeninde, diğer dinlerin ve kutsal kitapların "şeytani olduğu," "tahrif edildiği" veya "insan menfaatine değiştirildiği" gibi yaygın anlatılar yatar. Bu tür anlatılarla yetiştirilen bireyler, kendi kutsal kitaplarındaki akıldışılıklar veya çelişkiler gibi görünen yerleri görmezden gelmeye, onları kendince açıklamaya (tevil etmeye) çalışırken, söz konusu başka bir kutsal kitap olduğunda hiçbir araştırma yapmadan peşinen reddetme yoluna giderler. Tevrat ve İncil'e karşı genel itibarıyla yaklaşımımız da maalesef bu psikoloji içerisinde şekillenmiştir. Yüzyıllardır bu şekilde anlatılmış, bu fikirlerle donatılmış ve büyümüş nesiller, Tevrat ve İncil'i bu "tahrif edildi" gözlüğüyle değerlendirirler. Oysa biraz araştırıldığında, bu bakış açısının neredeyse 10. ve 11. yüzyıldan sonra menfi yönde değiştiği görülecektir.

Tahrif İddiası ve İnancın Kilit Soruları

İşte burada, yaygın kabul gören "tahrif" iddialarına yönelik bazı temel sorular sormak elzem hale geliyor:

Kur'an'a baktığımızda, 6. surenin 34. ayetinde "Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" der. Yine 6. surenin 115. ayetinde "Allah'ın sözleri ve kelimeleri doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır; O'nun kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" buyrulur. Benzer bir ifadeyi Malaki'nin 3. bölümünün 6. ayetinde de görürüz.

Peki, bu ayetlerin ışığında, sizce Allah Teâlâ, kendi kelimelerinin ve sözlerinin değişmesine gerçekten izin vermiş olabilir mi? Bir şekilde ve bir yolla bunları koruma altına almış değil midir?

Eğer 6. surenin 115. ayetinde geçen "Allah'ın sözlerini ve kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur" ifadesinin Allah'ın bütün sözlerini kapsadığını düşünmüyorsanız, o halde Tevrat ve İncil hiçbir zaman sizin için Allah'ın sözleri olmadı demektir. Ya da Allah, kendi sözleri ve kelimeleri arasında bir ayrım mı yapıyor demektir? Bu inançsal çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

Allah Teâlâ, 6. surenin 115. ayetinde "Allah'ın kelimelerini ve sözlerini değiştirebilecek yoktur" derken, sizce bunları sadece "laf olsun" diye mi söylemiştir?

Kur'an, 29. surenin 46. ayetinde "Bize indirilene ve size indirilene iman ettik deyin" dediği halde, sizler, o kitapların tahrif olduğuna, tamamen değişmiş olduğuna, hatta ortadan kalktığına inananlar olarak, bu ayette onlara söylenmesi istenen bu sözü hangi yüzle söylemeyi düşünüyorsunuz? Yalanladığınız, iman etmediğiniz kitaplarına iman ettiğinizi samimi olarak nasıl söyleyebilirsiniz?

Tahrifatın Zamansal İmkansızlığı ve İlahi Adalet

Şayet bu bozulma ve tahrifat, önceki kutsal kitaplar geldikten kısa bir müddet sonra gerçekleştiyse ve Allah Teâlâ da bu bozulmadan yüzyıllarca bahsetmediyse, bu durum, Allah'ın insanları yüzyıllarca günah deryasında başıboş bıraktığı anlamına gelmez mi? Allah Teâlâ, insanlara kitap gönderip, sonra kısa bir müddet sonra onun bozulmasına, yok olmasına, tahrif olmasına izin verip insanları asırlarca günah deryasının içerisinde gark eder miydi? Sizce bu, İlahi adaletle bağdaşır mı?

Kur'an'da Yahudiler ve Hristiyanlarla ilgili olumsuz ayetler olduğu doğrudur, fakat müspet, olumlu ve onlardan güzel bahseden ayetler de mevcuttur. Peki, Yahudilerden ve Hristiyanlardan olumsuz yönde bahsedilen ayetlerin, onların kitaplarında yanlış veya tahrif edilmiş ya da kötü olduğu anlamına gelmediğini anlayabiliyor musunuz acaba? Zira bir topluluğun davranışlarının eleştirilmesi ile kutsal metinlerinin bozukluğu aynı şey değildir.

"Orijinal" Metin ve İman Problemi

Tevrat ve İncil'in bozulduğunu, tahrif edildiğini iddia ediyorsanız, tarih boyunca insanların elinde olan şimdiki Tevrat ve İncillerin dışında, "orijinal" dediğiniz İncil ve Tevrat'ı göreniniz var mı? Varlığını kanıtlamanız mümkün mü?

Dahası, Kur'an'da (Nisa 4:136 ve Âl-i İmrân 3:119 ayetlerinde) söylendiği gibi, Kur'an'a inandığınız şekilde, yani tıpkı ona nasıl inanıyorsanız, Tevrat ve İncil'e de aynı şekilde inanmanız gerektiğinin farkında mısınız? Eğer Kur'an'dan önceki kitaplar yok olup gittilerse, ortadan kayboldularsa, bu kitaplara iman etmek kimin için ne ifade ediyor sizce? Onlara iman etmenin ne önemi kalır ki?

Ve dahası, Kur'an'da "Tevrat yanlarında varken neden seni hakem yapıyorlar?" (Maide 5:43) ve "İncil sahipleri Allah'ın İncil'de indirdiği ile hükmetsinler" (Maide 5:47) gibi ayetler sizin için ne ifade ediyor? Eğer bu kitaplar tahrif edilmişlerse, bu insanlar neden İncil ve Tevrat ile hükmetmek zorundaydılar?

Kur'an önceki kitapların doğrulayıcısı ve tasdikleyicisi olarak geliyorsa, peki eğer o kitaplar yok olup gittilerse, tahrif oldularsa, şimdi onları yok sayarak Kur'an neyi doğrulamaktadır? Dahası, bu doğrulamadan bizim nasıl haberimiz olacak? Eğer o kitaplar yoksa ve Kur'an bunları doğruluyorsa nasıl doğruluyor? Başvuracağımız, kontrol edebileceğimiz somut bir veri olmadan, bilinmeyen, çoktan bozulmuş gitmiş ve hayallerde olan bir kitabı doğrulamanın mantıksızlığını görmeniz gerekmez mi?

Birçok insan "Tevrat'ın orijinali yok", "İncil'in orijinali yok", "bunlar şöyledir, böyledir", "asıl orijinaller başkalarıdır" diye ahkam keserler. Peki, bu iddia ettiğiniz Tevrat ve İncil'in, mevcuttaki Tevrat ve İncil dışındaki gerçek, orijinal Tevrat ve İncilleri ortaya koyup varlığını kanıtlamanız mümkün mü? Ve dahası, İbn Haldun, Muhammed Abduh, Râzî ve daha birçok müfessirin bu tahrif meselesine sizin baktığınız gibi bakmadığını biliyor musunuz?

Sonuç: İnancımızı Yeniden Düşünmek

Yukarıdaki sorular, kutsal metinlere ve inanç sistemlerine yönelik yaygın kabullerin derinlemesine sorgulanması gerektiğini göstermektedir. İçinde yetiştiğimiz toplumsal ve kültürel kalıpların ötesine geçerek, kendi inançlarımızı eleştirel bir gözle incelemek, Kur'an'ın diğer semavi kitaplara bakışını daha tutarlı bir şekilde anlamaya çalışmak, hem kişisel imanımızın sağlamlığı hem de dinler arası anlayış için elzemdir. Kör kabul ve peşin hükümler yerine, gerçekleri araştırma, delillere dayanma ve sorgulama cesareti, bizi daha derin ve anlamlı bir inanca taşıyacaktır.


Önceki kitaplara referans veren bazı Kur'an ayetleri:

  • Nahl [[16:43]]
  • Enbiya [[21:7]]
  • Kasas [[28:49]]
  • Ahkaf [[46:10]], [[46:12]], [[46:30]]
  • Saff [[61:6]]
  • Yunus [[10:94]]

Yazar: Cumhur Erentürk
Kaynak: https://youtu.be/xPjIIAs1K7c?si=O-jTudrPIewYw3rc